YAŞAM SANAL GERÇEKLİK OLABİLİR Mİ?

9.07.2022 YAŞAM SANAL GERÇEKLİK OLABİLİR Mİ? Üzerinde yaşadığımız dünyamız SONSUZ ZEKÂ tarafından tasarlanmış bir SANAL GERÇEKLİK olabilir mi?

Gelecekte kendi tasarladığımız sanal dünyamız metaverse içinde yaşamayı mı planlanıyoruz?

Vikipedi’ye göre sanal gerçeklik (İngilizce: Virtual reality), teknoloji kullanılarak oluşturulan kurgular ile gerçek ve hayalin birleştirilmesi. Bireylerin çok daha karmaşık sorunları çözmek için bilgisayarlarla doğrudan etkileşimde bulunabilecekleri bir araç. Webster sözlüğü ise sanal gerçekliği, bilgisayar tarafından oluşturulmuş duyu organlarının uyarılması ile deneyimlenen sanal bir çevre olarak tanımlıyor. Bu sanal çevrede kişiler eylemleriyle neler olacağını kısmen belirleyebiliyor. Bu teknoloji yeterince geliştiği takdirde, insanlar edindikleri sanal gerçeklik cihazları sayesinde alışveriş yapma, sinemaya gitme, kafede zaman geçirme gibi pek çok eylemi fiziksel bir çaba harcamaksızın yapma fırsatına erişebilecek.

Dünya yaşamının gerçekliliğini sorgularken önce başta peygamberlerimiz ve kutsal kitaplar olmak üzere dünyamızda farklı dönemlerde yaşamış yücelerin ve bilgelerin sözlerini değerlendirmemiz gerekir. Zira onlar dönemlerinde bize, gerçek sandığımız yaşamın aslında gerçek olmadığını farklı sözlerle anlatmaya çalışmışlardır. Kur’an’da, Ankebut suresinde: bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve tutkulu bir oyalamadır bilgisi verilirken Yunus Emre “Kim umar senden vefayı, yalan dünya değil misin?” demiş. Hz. Mevlâna ise dünya hayatının bir rüyadan ibaret olduğunu söylemiştir.

Sinema sektörü de Truman Şov, Oyun, Black List, ve özellikle Matrix gibi daha birçok yapımla bu konu da bir farkındalık oluşturmaya destek olmuştur.

Biz insanlar, beş duyumuzla algılayabildiğimiz her şeyi gerçek olarak kabul ediyoruz. Bu doğal bir durum. Ancak diğer canlılarla kıyasladığımızda duyu organlarımızın algılama kapasitelerinin farklı olduğunu biliyoruz. Bir kedi ya da köpeğin koku alma duyusu bizden çok daha güçlü. Dünyamızda bizim duyamadığımız sesleri duyabilen ve göremediğimiz detayları görebilen birçok canlı var.

Bu gerçekten yola çıkarsak aklımıza şöyle bir soru geliyor: O zaman biz duyu organlarımızla çevremizi sadece bize tanınan sınırlar içinde mi algılayabiliyoruz. Bu sınırlar dışında algılayamadığımız birçok şey olabilir mi?

Amerikalı bilişsel psikolog ve popüler bilim yazarı Donald Hoffman’a göre aslında gerçeği olduğu gibi görmüyoruz. Duyu organlarımızla topladığımız verileri beynimizde yeniden yapılandırıyoruz. Evrim bize hayatta kalabilmemiz için gerçeği saklayan bir ara yüz gösteriyor ve uyarlanabilir davranışa yönlendiriyor. Hoffman bu durumu bilgisayarımızın masaüstünde yer alan bir ikon’a benzetiyor. Biz sadece ikon’u görebilirken bu ikonun arkasında göremediğimiz bir algoritma var.

Eğer sanal gerçeklik bilgisayar tarafından oluşturulmuş, duyu organlarının uyarılması ile deneyimlenen sanal bir çevre ise biz de bu durumda böyle bir sanal çevrede yaşamakta olabilir miyiz? YAŞAM dediğimiz sanal çevre beynimize SONSUZ ZEKÂ tarafından bir yazılım programı olarak yerleştirilmiş sanal gerçeklik olabilir mi?

Simülasyon hipotezi üzerine yazdığı makalesiyle konuyu dikkatler önüne seren Oxford Üniversitesi profesörlerinden filozof Nick Bostrom’ a göre büyük olasılıkla teknolojik olarak çok gelişmiş medeniyetler muazzam güçlü işlem gücüne sahiptiler ve evrenimizde birçok simüle edilmiş dünyalar yarattılar ve biz de bunlardan birisinin içinde yaşamaktayız.

MIT bilgisayar bilimcisi, yazar ve Silicon Vadisi video oyun tasarımcısı Rizwan Virk’ e göre, büyük olasılıkla, üzerinde yaşadığımız fiziksel yapı olan dünyamız fiziksel evrenin geri kalanı gibi bir bilgisayar simülasyonu. Virk bunu, bizim içinde karakterleri canlandırdığımız yüksek çözünürlüklü bir video oyununa benzetiyor ve bunu en iyi Matrix filminin anlattığını öne sürüyor. Bu simülasyonun bugün üç boyutlu olarak tasarlanan video oyunlarından çok daha gelişmiş ve karmaşık olabileceğini belirtiyor ve insanoğlunun benzeri bir simülasyonu gelecek yüz yıl içinde yaratabileceğini öne sürüyor.

Amerikalı astrofizikçi, gezegen bilimci, yazar ve bilim iletişimcisi Neil deGrasse Tyson simülasyon hipotezini değerlendirirken her şeyin bir ana, temel, başlangıç simülasyonunun yaratılmasıyla başlayabileceğini ve her tasarlanan simülasyonun kendi yeni simülasyonlarını oluşturabileceğini öne sürüyor. Bizim de şu anda bu zincirin belki de son halkasında teknolojimizi geliştirerek kendi yaşam sümülasyonumuzu tasarlama yolunda olabileceğimizi belirtiyor.

Kuantum ve Yaşam adlı videoda, kuantum fiziği ve nörobilim’in ışığında düşüncelerimizin yaşamımızda başımıza gelebileceklerle ilgili etkin bir rol oynadığını açıklamıştık. Beynimizin dış çevreye sinyaller yaydığını ve çevreden gelen sinyallere yanıtlar vererek potansiyel olasılıklar arasında çok hızlı seçimler yapabildiğini böylece düşüncelerimizle görünmez sonsuz potansiyellerden birini gerçeğe dönüştürerek neler yaşayacağımızı belirleyebileceğimizi belirtmiştik.

Bunu daha iyi anlayabilmek için hepimizin bildiği satranç oyununu gözümüzün önüne getirelim. Zihinsel beceri gerektiren bu strateji oyununda taşlar 64 karenin yer aldığı tahta üzerine belirlenmiş kurallarla hareket ettiriliyor. Bu kareler üzerinde hamle dediğimiz her bir taş hareketi oyunun gidişatı üzerinde önemli değişimlere yol açıyor. Şimdi satranç tahtamızdaki kare sayısının 64 değil sonsuz olduğunu düşünelim. Bu durumda her bir taş hareketi oyunda sonsuz potansiyellerden birinin oluşmasını başlatacaktır.

Yaşama dönersek her birimiz düşüncelerimiz ve değerlerimizi yansıtan kararlarımızın sonucu eylemlerimizle, bize sunulan sonsuz potansiyellerden hangisinin gerçekleşeceğini belirleyebiliyoruz. O zaman şu soruyla bitirelim:

Sadece ara yüzünü algılayabildiğimiz ve gerçek olarak kabul ettiğimiz bu dünya sonsuz zekâ tarafından tasarlanmış bir algoritma ile hazırlanmış sanal gerçeklik olabilir mi?

YORUMLAR
İlk yorumu sen yap !